Orta Doğu’da Stratejik Dönüşüm
İsrail, Türkiye ve Mısır Arasındaki İlişkiler ve Üçüncü Dünya Savaşı Senaryosu
Orta Doğu, tarih boyunca stratejik önemi ve karmaşık güç dengeleriyle dikkat çeken bir bölge olmuştur. Bölgedeki devletler, tarihsel bağlamda ve günümüz koşullarında çeşitli ilişkiler ağı içinde yer alırken, bu ilişkiler sıklıkla çatışmalar ve iş birlikleri ile şekillenmiştir. İsrail, Türkiye ve Mısır bu karmaşık yapı içinde öne çıkan üç aktördür. Bu ülkeler arasındaki ilişkiler, tarihsel süreçte farklı dönemlerde farklı şekillerde evrilmiş, günümüzde ise küresel güç dengeleri ve jeopolitik stratejiler çerçevesinde belirli parametreler tarafından şekillendirilmektedir.
Bu makalede, İsrail, Türkiye ve Mısır arasındaki tarihsel ve güncel ilişkiler ele alınacak, bu ilişkilerin dinamikleri ve belirleyici unsurları incelenecektir. Ayrıca, olası bir üçüncü dünya savaşı senaryosu ve bu senaryonun bölgeye olası etkileri de değerlendirilecektir. Bu bağlamda, İsrail’in tarihsel ve stratejik önemi, Türkiye ve Mısır’ın Orta Doğu politikaları, olası savaş senaryoları ve bu senaryoların sosyolojik ve bilimsel projeksiyonları detaylı bir şekilde ele alınacaktır.
İsrail Devleti’nin 1948’de kuruluşu, bölgedeki dengeleri köklü bir şekilde değiştirmiştir. Filistin topraklarındaki Yahudi göçü ve sonrasında yaşanan savaşlar, İsrail’in varlığını pekiştirmiş ve bölgedeki Arap ülkeleri ile kalıcı bir çatışma zemini oluşturmuştur. Bu süreçte Mısır, özellikle Nasır dönemi Pan-Arabizm politikaları ile İsrail’e karşı sert bir tutum benimsemiştir. Türkiye ise, Batı ile olan ittifakları çerçevesinde, İsrail ile temkinli bir ilişki yürütmüştür.
Soğuk Savaş dönemi, bölgedeki ülkeler arasındaki ilişkileri belirleyen önemli bir faktördü. Mısır, Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler geliştirirken, Türkiye, NATO’nun bir üyesi olarak Batı bloğunda yer aldı. İsrail, ABD ile olan stratejik ittifakını güçlendirdi ve bu dönemde Arap ülkeleri ile yaşadığı çatışmalarda askeri üstünlüğünü pekiştirdi.
1979’da Camp David Anlaşmaları, Mısır ve İsrail arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası oldu. Mısır, İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi oldu ve bu durum, Arap dünyasında büyük bir tepkiye yol açtı. Türkiye ise, İsrail ile olan ilişkilerini genellikle ekonomik ve askeri iş birliği çerçevesinde sürdürdü, ancak zaman zaman Arap dünyası ile olan bağlarını güçlendirmek amacıyla eleştirel bir tutum da sergiledi.
İsrail, günümüzde Orta Doğu’da askeri ve teknolojik üstünlüğe sahip bir devlet olarak öne çıkmaktadır. Ülkenin gelişmiş askeri sanayisi ve güçlü ekonomisi, onu bölgesel bir güç merkezi haline getirmiştir. İsrail, ABD ile stratejik ittifakını sürdürürken, son yıllarda Arap ülkeleri ile normalleşme sürecine girmiştir. Bu süreçte Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi ülkelerle diplomatik ilişkiler kurmuş, bu da bölgedeki dinamikleri yeniden şekillendirmiştir.
Türkiye, tarihsel olarak Orta Doğu’da güçlü bir etkiye sahip olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası, Cumhuriyet döneminde farklı bir dış politika anlayışı ile sürdürülmüştür. AKP hükümeti döneminde ise Türkiye, bölgesel liderlik iddiasını artırmış ve “Yeni Osmanlıcılık” olarak adlandırılan bir dış politika stratejisi benimsemiştir. Bu strateji, Türkiye’nin bölgedeki etkisini artırma çabalarını yansıtırken, İsrail ile olan ilişkilerde zaman zaman gerginliklere yol açmıştır.
Mısır, Orta Doğu’da tarihsel olarak önemli bir rol oynamış, ancak Arap Baharı sonrası dönemde iç politikadaki istikrarsızlıklar ve ekonomik zorluklar nedeniyle bu rolü zayıflamıştır. Sisi yönetimi, Camp David Anlaşması sonrası İsrail ile olan barışçıl ilişkileri sürdürmüş ve bölgesel istikrarın sağlanmasında önemli bir oyuncu olmuştur. Ancak, Mısır’ın iç siyasi dinamikleri ve ekonomik sorunlar, ülkenin dış politikada aktif bir rol oynamasını sınırlamaktadır.
Orta Doğu, dünya enerji kaynaklarının önemli bir kısmına ev sahipliği yapmaktadır. Su kaynakları ise, bölgedeki en kıt ve stratejik kaynaklardan biridir. Su ve enerji kaynaklarına erişim, bölgesel çatışmaların en önemli sebeplerinden biri olabilir. Bu kaynakların kontrolü, ülkeler arasında gerilimleri artırabilir ve olası bir savaşın tetikleyicisi olabilir.
Orta Doğu’da bölgesel hegemonya mücadelesi, üçüncü dünya savaşı olasılığını artıran bir diğer faktördür. İran, Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail gibi ülkeler, bölgedeki nüfuzlarını artırma çabası içindedir. Bu mücadeleler, bölgesel ittifakların ve karşı ittifakların oluşmasına yol açabilir ve bu durum, bölgesel bir savaşa dönüşebilir.
İsrail, askeri kapasitesi ve teknolojik üstünlüğü ile bölgedeki en güçlü devletlerden biridir. Ülkenin gelişmiş hava savunma sistemleri, nükleer silah kapasitesi ve ileri teknoloji ürünleri, İsrail’in güvenliğini sağlamak için kritik öneme sahiptir. Bu avantajlar, İsrail’in bölgesel tehditlere karşı caydırıcı bir güç olarak kalmasını sağlar.
İsrail, ABD ve Avrupa ile olan stratejik ittifakları sayesinde uluslararası arenada güçlü bir destek bulmuştur. Bu ittifaklar, İsrail’in güvenlik ve diplomatik stratejilerini desteklemekte ve bölgesel çatışmalarda İsrail’e avantaj sağlamaktadır. Ayrıca, son yıllarda Arap ülkeleri ile normalleşme süreci, İsrail’in bölgedeki diplomatik izolasyonunu kırmıştır.
Türkiye ve Mısır’ın İsrail’i işgal etmesi, bölgesel ve küresel düzeyde büyük yankı uyandıracak bir senaryo olacaktır. Bu işgal planı gibi görülecek olan program, gerçekten bölgede çıban başı olan İsrail’i hedef olmaktan çıkaracak ve İsrail’i güvenli korunaklı bir limana mı taşıyacaktır. Acaba böyle bir senaryo uygulanacakta Son dönemlerde Mısırı yol edinmemizin ve yakın gelecekte Sisi’nin Türkiye’ gelme ihtimalleri böylesi senaryoların gizemli sürdürülmesini mi anlatmaktadır. Tüm bu sorular kafada deli gibi dönüyor, ancak her şeyi söylemek mümkün böylesi çok bilinmeyenli denklemlerin ve çıkarların tüm değerlerin yerini aldığı bir çağda…
Türkiye ve Mısır’ın Askeri olarak, böyle bir işgal, büyük çaplı bir savaşın başlangıcını temsil ederken, ekonomik olarak bölgeyi derin bir kriz içine sokabilir. Politik olarak ise, bu durum, bölgesel ittifakları ve uluslararası ilişkileri köklü bir şekilde değiştirebilir. Bir taraftan böyle gösterilmek istenen bir tablo var, âmâ diğer taraftan Türkiye ve Mısır’ın içinde olduğu işgal gibi görülen ama gerçekte koruma kalkanı olacak bu iki ülkenin bulunduğu topraklara kimsenin tek kurşun atamayacağı bilinir. Bu da bana bu senaryonun tamamıyla İsrail’in korunması karşılığında Türkiye’ye ve Mısır’a bölgesel yıldızı parlayan ülkeler rolü verileceği görülüyor. Yani yine işin içinde Siyonizm’in elebaşları devrede gibi görünüyor. ABD bir kolluk gücü olarak bölgesel sinir katsayılarının tavan yaptığı bir dönemde İsrail’i koruma garantisi veremiyor sanıyorum onun için bu görev savaş sonrası yıldızları parlatılmak kaydıyla Türkiye ve İsrail’e verildi gibi…Kanaatimce Mısır trafiğinin arkasında böyle bir programın nasıl ve ne zaman uygulanacağı konuşuluyordur. İsrail bu süreçte korunarak çıkar ve bölgenin başının belası olmaya devam ederse, bu sürecin baş mimarları İsrail’i işgal planı adı altında korumaya alan ülkeler olacaklardır. Ancak şunu açıkça deklare ediyorum ki, bu sürecin mimarlarının günah faturası çok kabarık olacaktır. Bundan sonra ki süreçte gelecek nesiller açısından bu mimarlar bölgenin düşmanı olarak görülecek ve emperyalist güçler bunu hep kaşıyarak, yıldız olmayı amaçlayanlar bir anda saman yolundan dökülen parçacıklara dönüşebilirler. Tüm bu olasılıklar dikkate alınarak bu planlar öyle yapılmalıdır.
Uluslararası toplumun, böyle bir işgale vereceği tepki, büyük ölçüde sert olacaktır. BM, NATO ve diğer uluslararası kuruluşlar, bu durumu kınayabilir ve yaptırımlar uygulayabilir. Ayrıca, bu tür bir işgal, bölgedeki diğer ülkeler tarafından da tehdit olarak algılanabilir ve bu ülkelerin askeri müdahalelerine yol açabilir.
Üçüncü dünya savaşı ve İsrail’in işgali senaryosu, bölgesel ekonomik krizlere ve mülteci sorunlarına yol açabilir. Bölgedeki enerji fiyatlarının yükselmesi, küresel ekonomiyi olumsuz etkileyebilir. Ayrıca, savaşın doğurduğu insani kriz, büyük mülteci akınlarına neden olabilir ve bu durum, Avrupa ve diğer bölgelerdeki ülkelerin sosyal ve ekonomik yapısını zorlayabilir.
Böyle bir kriz, bölge halklarının hükümetlerine karşı olan tepkilerini artırabilir. Halk hareketleri ve devrimler, bölgede yeni siyasi güç dengelerinin oluşmasına yol açabilir. Bu tür toplumsal değişimler, bölgede demokratikleşme süreçlerini hızlandırabilir ya da otoriter rejimlerin güçlenmesine neden olabilir.
Yapay zekâ, siber savaşlar ve diğer teknolojik gelişmeler, gelecekteki savaş ve barış süreçlerini önemli ölçüde etkileyebilir. Teknolojik üstünlük, ülkeler arasındaki güç dengelerini değiştirebilir ve bu durum, bölgesel çatışmaların seyrini belirleyebilir.
Orta Doğu’da Stratejik Dönüşüm geleceği, büyük ölçüde bölgedeki ülkelerin politikaları, uluslararası güç dengeleri ve bölgesel dinamiklere bağlıdır. Yeni ittifaklar, ekonomik kalkınma ve demokratikleşme süreçleri, bölgenin geleceğini şekillendirecektir. İsrail, Türkiye ve Mısır gibi
Bölgesel istikrarın sağlanması ve uzun vadeli barışın inşası için, ilgili ülkelerin yapıcı bir dış politika izlemesi gerekmektedir. Uluslararası toplumun, bölgedeki çatışmaların çözümüne yönelik diplomatik çabaları desteklemesi ve ekonomik iş birliğini teşvik etmesi, bölgesel barışın sağlanmasında önemli bir rol oynayacaktır.
Bu makalede, İsrail, Türkiye ve Mısır arasındaki karmaşık ilişkileri ve olası üçüncü dünya savaşı senaryolarını ele alarak, bölgenin geleceği hakkında analiz sunmayı amaçlanmıştır. Makalede, tarihsel arka plandan güncel dinamiklere kadar bir bakış sunularak, okuyuculara bölgedeki güç dengeleri ve olası gelişmeler hakkında bilgi verilmek amaçlanmıştır.
Not: Buradaki açıklamalarım uygulanmakta olan bir planın ifşası değil, âmâ olma ihtimali yüksek planların da bu sürecin denklemi içinde yer alabileceğine dikkat çekmek amacındadır.
Bahadır Hataylı/06.08.2024/11.10/Namazgah/İST