“1970 Van. İlin tüm üst bürokrat ve zenginlerinin çocuklarının toplandığı Atatürk İlkokulu öğrencisiyim. 29 Ekim yürüyüşü için çok Atatürkçü okul müdürümüz, “…güzel giysilerle yarın okula gelin, yürüyüş için seçim yapacağım…” dedi. Bize anneannem bakıyor. İmkânlar kıt. Ona anlattım , “ben de yürümek istiyorum” dedim. Sandığını açtı, içinden bembeyaz bir süveter çıkardı, büyüktü, tüm gece uğraşıp üstüme uyarladı. Pantolonum, gömleğim ve süveterimle okula gittim. Ayakkabım eski ve delikti ama altını kimse görmezdi ya. Alanda toplandık. Çok Atatürkçü müdürümüz benim yanımda durmadı bile, valinin oğlu, albayın kızı, başkanın yeğeni bilcümle ekabirlerin çocukları yürürken ben bir duvarın arkasından “bayramı” izledim. “ Bir Cumhuriyet anekdotu:
Cumhuriyet 1923’de bir halk rejimi olarak kuruldu, ancak 1938’den sonra halkla ayrışan ekâbirlerin rejimine dönüştürüldü. Sivil-asker bürokratların (ki aydın rolünü de üstlerine aldılar) hâkim olduğu bir rejime sürüklendi. Bu duruma tepki kaçınılmazdı. Mütegallibe esnaf iktidar mücadelesine girmekte geç kalmadı. 1950’lerden sonra çatışma bu iki toplumsal katman arasında keskinleşti. Bir taraf “aydın-laik-Atatürkçü” olarak kendini şekillendirirken, diğer taraf “dini argümanları” kullanmaktan hiç vazgeçmedi. Ortada kalanlar biraz o tarafa biraz da bu tarafa sürüklenip durdular. İki taraftaki % 25’erlik kısım her geçen gün daha da kemikleşti.
Artık yapacak fazla bir şey yok. Bu aptalca katmanlaşmayı sürdürmeyi engelleyecek bir yeni bakış geliştirmek mümkün olmayacak. Türkiye dar alanda sürgit kısır tartışmalara mahkûm halde varlığını sürdürebilir mi? Bir taraf Cumhuriyeti tehdit altında görürken, diğer taraf dini tehdit altında görmeye ila nihayet devam eder mi? Çözüm uzlaşmada mı? Yoksa birinin diğerini tasfiye etmesinde mi? İktidarı paylaşmaya razı olmayacaklarına göre çözümü nerede bulmak mümkün olacak?
Yüzde 25’erlik kesimlerin aslında iktidarın nimetlerini hedefleyen gizli niyetlerini gizledikleri aşikârdır. “Atatürkçü” ve “Dinci” fikir ve iddiaları temel alarak başlatılan tüm düşünce oluşumlarıyla yola çıkmak, yeni olanı sakatlaştırır. Ülkeyi bir arada tutacak ve öncelikle ortadaki % 50’lik kesimi hedefleyen “yeni harç” üzerine odaklanmak gerekmektedir. Ayrıca aslında ne cumhuriyet ne de din karşısında bir tehdit bulunmaktadır. “Tüm camileri kapatalım” ya da “cumhuriyeti lağvedelim” oylamaları % 5 bile taraftar bulalamaz. O halde bu yapay uçurumlara düşmemek gerek.
Bu “yeni harç” ne olmalıdır? Yeni harcın hedefinde şunlarla baş etmek gelmelidir. Önem sırasına göre; 1.-Yoksulluk ve eşitsizliğin önüne geçmek. 2.- Üretkenlik, gelir artışı ve sosyal uyum sağlamak. 3.-Ülkenin ve bireylerin borç yükünü azaltmak. 4.-Kapsayıcı ve sürdürülebilir mikro ekonomik kalkınma modeli üzerine yoğunlaşmak.
YORUMLAR