M.Ö. 1274’de, Kadeş savaşından dönmüş ve Tanrıça İştar’a hürmetlerini sunmak için Lawazantiya şehrine uğramıştı Hattuşili. Burada yerel bir rahip olan Pentipsarri’nin kızını gördü ve çok beğendi. Kendisinden 25 yaş küçük olan Puduhepa, kendisi gibi Tanrıça İştar’a hizmet etmekteydi. Karısı ölmüştü. Hem kendisine hem de çocuklarına bakacak biri gerekiyordu. Puduhepa ile evlenmeye karar verdi. Bu olay, çok zeki ve güzel bir kız olan Puduhepa’nın 3300 yıl önce tarih sahnesine girişinin başlangıcıdır.
Hattuşili ve eşi Puduhepa’nın birbirlerinegerçek bir sevgi ve empatiyle bağlı olduğu ve beraberçok iyi geçindikleri söylenebilirdi.
Her ne kadar Puduhepa da diğer tawananna’lar (tawananna = ana kraliçe) gibi sarayın işleri ve çocukların yetiştirilmesiyle ilgili olsa da, Hitit kraliçeleri arasında politik hayata en çok katılım gösterenlerden biri olmuştu.
Mısır ile Hititliler arasında Kadeş Savaşı çıktığında, Hattuşili Yukarı Ülke ve Hattuşa çevresinin kralı idi. İmparatorluk toprakları, diğer kardeş Muwatalli ile paylaşılmıştı. Her ikisi de Kadeş Savaşı’nda çarpıştılar ancak bu savaş sonucunda hiç kimse istediği sonucu alamamıştı.
Kadeş Savaşından 2 yıl sonra 1272’de ağabeyi olan Muvatalli öldü. Kralın oğlu, Hattuşili’nin yeğeni olan Urhi Teşup tahta çıktı. Amcası Hattuşili’yi bir tehlike olarak gördüğü için de 7 yıl boyunca, Yukarı Ülke’nin Komutanı ünvanı da dahil olmak üzere bütün ünvanlarını geri aldı. Bu duruma Hattuşili’nin tepkisi çok sert oldu. Kuzey Ordusunu kurdu ve kısa bir iç savaşın ardından yeğenini tahttan indirdi. 7 yıl itaat ettikten sonra kendisine savaş açtığını iddia eden Hattuşili, tarihe “Hattuşili’nin Savunması” (Apology of Hattusili) olarak geçen bir belge kaleme aldı. Bu belge bir insanın kendi öz savunmasının yaptığı tarihteki ilk ve en önemli belgedir.
Hattuşili, III. Hattuşili olarak kral olmuştu ve yanında kraliçesi Puduhepa vardı. Bu dönem, Hitit Krallığı’nın barış ve refah dönemiydi.
Daha önce birbirlerine düşman olan ve Kadeş’de kıyasıya savaşmış olan iki kral, III. Hattuşili ve II. Ramses, Kadeş Antlaşması ile iki krallık arasında barış sağlamışlardı. Tarihteki en önemli ve ilk barış antlaşması olan bu belgede Puduhepa’nın da mührü bulunmaktaydı. O dönemde bile iki kral arasında “kardeşim”, iki kraliçe ise “kız kardeşim” olarak hitap ettiği yazışmalar, barışın ne kadar önemli olduğunu ve iki ülke arasındaki insanca dokunuşların diplomaside ne denli önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bulunan mektuplardan da anlaşıldığı üzere Puduhepa, o dönemdeki birçok devlet başkanı ve devlet adamıyla resmi yazışmalar yapmıştı.
“Mısır Kralı, Büyük Kral, Güneşin Oğlu, Tanrı Amon’un sevgilisi, İlk büyük Kral, Hatti Diyarının Büyük Kraliçesi Puduhepa’ya sesleniyor. Dinle! Tanrı Avon’un Sevgilisi ve Mısır
Diyarının Büyük Kralı Ramses iyidir. Evleri, oğulları, orduları, atları, savaş arabaları ve onun ülkesindeki her şey iyidir. Sen de, Hatti Diyarının Büyük Kraliçesi, kız kardeşim, iyi olasın! Evlerin, oğulların, atların, savaş arabaların ve ülkendeki her şey de iyi olsun.”
- Ramses, Puduhepa’ya bir ülke liderine gösterilen saygıyla hitap etmiştir. Aralarındaki iletişimin bu şekilde olması, Puduhepa’nın uluslararası diplomaside oldukça önemli etkisinin ve becerilerinin olduğunu ortaya koyması açısından çok önemli bir ayrıntıdır. Ayrıca geleneksel olarak diğer tawananna’larda olduğu gibi Puduhepa’nın kraliçeliği döneminde birçok kraliyet hediyesi veya mührü kralın adını taşıdığı gibi Puduhepa’nın adını da taşımaktaydı.
Hattuşili’nin hassas olan sağlığı ciddi şekilde bozulduğunda, Mısır’dan ilaçlar ve hekimler getirten Puduhepa, ne yazık ki Hattuşili’nin iyileşmesini sağlayamadı.
Puduhepa, III. Hattuşili’den sonra oğlu IV. Tuthaliya’nın krallık süresi içinde de tawananna ünvanıyla yönetimde bulunmuştu. Zira, Hitit hukukuna göre kazanılmış bir hak olan tawananna’lık, kral eşin ölümüyle bile kaybedilmemekte, tawananna’nın ölümüne kadar devam etmekteydi. Eşi üzerinde kurmuş olduğu siyasi otoriteyi üvey oğlu Kral Tuthaliya üzerinde de kurmuştu.
Puduhepa’nın ulusal ve uluslararası politika, diplomasi ve yasal prosedürlere aktif olarak katılımı, kadının temel özellikleri olarak bilinen ve kişisel alanla sınırlandırılan rollere aykırılık gösterir. Antik Hitit’de Puduhepa’nın varlığı bile kadının sadece anne, eş, hizmetçi gibi rollerle sınırlandırılmış imajına ilginç bir başkaldırıdır. O eski çağlarda önemli bir devlet anlaşması üzerine, kral yanında mühür basabilen tek kraliçe idi.
Hattuşili’nin ölümü Eski Çağ’ın ve tarihteki en büyük aşklardan birinin de sonu oldu. Bu ölüm, Hitit İmparatorluğu’nun da son parlak dönemiydi. 450 yıllık imparatorluk, hızlı bir çöküş sürecine girdi. Oğlu IV. Tuthalya bu çöküşe mani olamadı. İki kral sonrasında da Hitit İmparatorluğu tamamen ortadan kalktı ve ANADOLU 300 yıl sürecek olan karanlık bir çağa girildi.
Osmanlı Hanedanlık sistemi ile Hitit Hanedanlık sisteminin birbirlerine benzemeleri çok şaşırtıcıdır. Hitit Yasası’na göre; Mevcut kralın ölümünden sonra, varsa oğlu tahta çıkar, yoksa ikinci karısından olan oğlu, o da yoksa ilk karısından olan kızı evlendirilip damat tahta çıkardı. ???????
ROXELANA
Derme çatma evlerinin önünü süpürüyordu, daha önce hiç duymadığı o uğultuyla irkilmeden önce. Donup kalmıştı. Ne kaçabiliyor ne de bağırabiliyordu. Gördükleri karşısında dehşete düşmüş güzel gözlerinden bir damla yaş süzülüyordu pembe yanaklarına doğru. Bağırış çağırışlar arasında, her şey bir anda olup bitivermişti. Direndi ama başaramadı. Onlar çok güçlüydü ve çaresiz teslim olmuştu esarete. Dört nala atlarıyla gelen bir sürü adam, o zamana kadar biriktirdiği bütün hayallerini bir anda yerle bir edivermişti. Bilmediği başka bir ülkeye doğru yola çıktığında, ne derlerse onu yapıyordu ama bir gün, o ne derse o yapılacaktı.
Rossa ya da Roza, Rosanne ya da Ruziac. Avrupalı tarihçilerce ve batı eserlerinde “Rus kadın” anlamına gelen bu adlarla anılsa da, Osmanlı ona, gül yüzlü ve neşeli biri olduğu için “neşeli olan kişi” anlama gelen Hürrem Sultan adını uygun görmüştü. Farsça kökenli (Khurram) olan Hürrem, Arapçada Karima “soylu olan kişi” anlamına gelmekteydi.
1506 yılında, Lehistan Krallığı sınırları içerisinde yer alan Rohatyn’da, fakir bir papazın kızı olarak doğan Hürrem’in ilk adı Aleksandra Lisowska idi. Henüz 14 yaşındayken, Yavuz Sultan Selim döneminde Kırımlılar’ın Ukrayna ve Galiçya’ya kadar uzanan akınları esnasında esir alındı ve o zamanlar şehzade olan Kanunî Sultan Süleyman’a takdim edildi.
Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’a bir kız, dört erkek çocuk doğurdu. Kızı Mihrimah olup, erkek çocukları, Mehmed, Selim, Bayezid, Cihangir ve Abdullah adlı şehzadelerdi. 1521 ‘de Şehzade Mehmed’i dünyaya getirdikten sonra “Haseki” unvanını aldı. Bunlardan Abdullah küçük yaşta öldü (1526). Padişahın kendisine olan teveccühünden dolayı. Kanuni’nin daha önceki hanımı ve en büyük şehzade Mustafa’nın annesi Mâhidevran Gülbahar Sultan ile aralarında şiddetli bir mücadele başladı. Mahidevran Sultan tarafından ağır hakaret ve taciz gördü. Kanuni, olanları bilmesi ve kısmen şahit olması neticesinde kararını verdi, Mahidevran Gülbahar Sultan’ın saraydan uzaklaştırılması gerekiyordu. Manisa’da vali olarak bulunan büyük oğlu Mustafa’nın yanına gönderdi ve ardından cariyelerle nikâh mecburiyeti olmamakla birlikte Hürrem Sultan’la nikahlandı. Oğlu üzerinde büyük otoritesi bulunan ve iki gelini arasında denge kurmaya çalışan Valide Hafsa Sultan’ın ölümünden sonra Hürrem Sultan’ın saraydaki otoritesi daha da arttı. Padişahın büyük sevgisine mazhar olan Hürrem Sultan, kısa sürede onun üzerinde büyük nüfuz ve hâkimiyet kurmayı başardı. Bunda Hürrem Sultan’ın mütevazi ve sakin bir yapıda olması ve Kanuni’nin karakterini çok iyi analiz etmesinin payı çok büyüktü.
Sarayda tam bir otorite kuran Hürrem Sultan, daha sonra kendi oğullarından birinin, kocasından sonra padişah olması için mücadele etmeyi hayatının yegâne gayesi haline getirdi. O sıralarda oğulları için en büyük tehlike, saltanata aday gibi görülen Şehzade Mustafa’nın varlığı idi. Zira bu şehzadeye veliaht gözüyle bakılıyor, asker ve halk da bu şehzadeyi çok seviyordu. Hürrem Sultan faaliyetlerine Şehzade Mustafa’ya taraftar olan devlet adamlarını ortadan kaldırtmakla başladı. Valide Hafsa Sultan 1534’te ölünce işi önemli ölçüde kolaylaşmıştı. Şark Seraskerliği esnasında adı bazı olaylara karışan Makbul İbrahim Paşa’nın Irakeyn Seferi’nden döndükten sonra padişahın gözünden düşmesinde ve kısa süre sonra da öldürülmesinde Hürrem Sultan’ın önemli rol oynadığı sanılmaktadır.
Vezîriâzam İbrahim Paşa’nın ortadan kaldırılmasından sonra devlet işlerine daha çok karışmaya başlayan Hürrem Sultan, 25 Ocak 1541 gecesi Eski Saray’da çıkan bir yangının ardından, haremi Yeni Saray’a (Topkapı’ya) taşıdı ve harem protokolünü başlattı. Aynı yıl içinde Şehzade Mustafa’nın Manisa’dan alınarak İstanbul’a daha uzak Amasya’ya gönderilmesinde etkili oldu. Kızı Mihrimah’ın Rüstem Paşa ile izdivacından sonra ise onun kısa sürede vezir ve çok geçmeden vezîriâzam olmasında faal rol oynadı. Ancak saltanata aday yapmak istediği oğlu Şehzade Mehmed’in Manisa’da ölümü üzerine (1543) Hürrem
Sultan hayatta kalan oğullarından Bayezid ve Selim’den birinin, özellikle daha iyi yetişmiş olan Bayezid’in veliaht olması için çaba sarfetti. Manisa ve Karaman sancak beyliklerinde bulunan Selim ve Bayezid’in, kendilerini ispatlamaları ve buna bağlı olarak asker ve halkın teveccühünü kazanmaları için 1548’de İran’a sefer yapılmasında etkili oldu. Böylece Selim Edirne’de kaymakam olarak bulunma, Bayezid ise Halep’te babasına katılma emrini alırken en büyük şehzade Mustafa, Amasya’da âdeta itibar ve teveccühten düşmüş bir halde bırakılmıştı. 1553 İran seferi esnasında Şehzade Mustafa’nın öldürülmesinde, kızı Mihrimah Sultan ve damadı Rüstem Paşa ile birlikte Hürrem Sultan’ın büyük rolünün bulunduğundan şüphe yoktur. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesinden birkaç ay sonra, bu olaya çok üzülen Şehzade Cihangir de Halep’te ölünce, Hürrem Sultan’ın hayatta sadece Bayezid ve Selim adlı oğulları kalmıştı. Şehzade Beyazıd, Kanuni Sultan Süleyman’a olan isyanından sonra İran’a sığındı ve İran Şah’ı kendisini zindana attırdı. Bir süre sonra zindanda öldürüldü. Son Şehzade II. Selim kalmıştı artık… Hürrem Sultan’ın ikinci oğlu Selim tahta çıktı.
Hürrem Sultan 15 Nisan 1558 tarihinde eşi Kanuni Sultan Süleyman’dan 8 sene önce 52 yaşındayken öldü. Oğlu II. Selim’in tahta çıkışını göremedi. Süleymaniye Camisi Külliyesi içine defnedildi. Mezarının üzerine daha sonra Kanunî tarafından büyük bir türbe yaptırıldı. Türbenin iç duvarları bir cennet bahçesini tasvir eden İznik çinileriyle kaplandı.
Hürrem Sultan, İstanbul’da günümüzde onun adıyla anılan Haseki semtinde, Mimar Sinan’a cami, medrese, imaret, sıbyan mektebi ve darüşşifa ihtiva eden bir külliye inşaa ettirdi. Bu külliye içerisindeki, bugün T.C. Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak tanınan hastane Türkiye’de kesintisiz hizmet vermekte olan en eski hastane olma özelliğini taşır. Ayasofya Camii civarında yardıma muhtaç ve fakirlerin karnını doyurmak için bir mutfak yaptırtması gibi bir sürü hayır işlerine imza atmıştı.
Hürrem Sultan Avrupa ve Türkiye’de birçok resim, müzik ve bale gibi tarihi çalışmalara konu olmuş ve onun adına tiyatro ve opera oyunları sergilenmiştir. Joseph Haydn’in 63. senfonisini bunlara örnek olarak gösterilebilir. Eserler Ukraynalılar tarafından yazılmıştır ama genelde İngilizce, Almanca ve Fransızcadır.
Hürrem Sultan’ın doğduğu yer olduğuna inanılan Ukrayna’nın Rohatyn kentinde bir Hürrem Sultan anıtı bulunmaktadır. 2007 yılında, Ukrayna’daki bir liman kenti olan Mariupol’daki Tatarlar Hürrem Sultan’ın onuruna bir müze açmıştır.
KRALİÇE PUDUHEPA VE HÜRREM SULTAN
Bu her iki kadın da rahip kızıdır ve her ikisi de çok küçük yaşlarda tarih sahnesine çıkmışlardır.
Her ikisi de tarihe damga vuracak kadar zeki idiler. Kral ve Padişah ülkeyi yönetirken onlar da Kral’ı ve Padişah’ı yönettiler.
Güçlü kişilikleri ve zekaları sayesinde siyasi ve diplomatik alanda büyük başarılara imza attılar ve ülke yönetiminde söz sahibi oldular.
Tüm bu devlet işleriyle uğraşırken Kadınsı içgüdüleri sayesinde çocuklarına kol kanat gererek onların da istikbalini garanti altına almaya uğraştılar ve hayır işleri yaparak insanlığa yardım ettiler.
Her şeyden daha önemlisi, tamamen başka çağlarda yaşamış olmalarına rağmen her ikisi de tarihin şekillenmesine katkıda bulunarak tarih yazdılar.
Ayrıca, ikisi de Anadolu dışından geldiler ve Anadolu’da tarihe geçtiler.
YORUMLAR