Seyyid Nesimi şiirlerinde herkesten farklı, coşkun ve korkusuz bir dil kullanıyordu. Aynı zamanda Nesimi, Hurufilik tarikatı halifelerindendi ve dar görüşlü, yanıltıcı dini düşünüşle mücadele ediyordu. Bu nedenle düşüncelerini şiirleriyle anlatmaktan çekinmiyor, diyar diyar dolaşıp insanlara şiirlerini ve düşüncelerini ulaştırıyordu. Onu diğer şairlerden ayıran en önemli özelliği de sonu derisinin yüzülmesine kadar gideceğini bilmesine rağmen inandığı davadan vazgeçmemesi ve ilahi aşk uğruna varlığını yok etmesidir. Bunun sebebi herkesin anlayabileceği düzeyde olmayan fikirleriydi. Örneğin Nesimi’ye göre Allah’ın zuhur ettiği yer insanın yüzüydü. Yani bir nevi insan yüzü Allah’ın aynasıydı. Bunlar ve buna benzer düşünceleri mollalar tarafından şiddetle eleştirilmişti.
Nesiminin en bilinen Türkçe Divanı’na ait şiirleri, içinde yüklü anlamları göremeyen mollalar tarafından yasaklanınca, ilahi aşka yönelen fikirler dünyevi aşka uyarlanarak maalesef derin felsefi araştırmaların konusu olmak yerine, meyhane masalarının mezesi olmuşlardır. “Kâmil insan” a derin sevgi besleyerek onu ilâhileştiriyordu. Cisim ve can sahibi olan insanın dünya ve kainata sığmamasını, onun aklî ve manevî büyüklüğünde görüyordu.
- Fatiha suresi 5. ayet ) Sonsuz çokluk içindeallahınbirliği tecellîsi,”yalnız ona inanırım” (iyyakenabüdü) demekle herkese kâfi gelmiyor; fikir dağılıyor. Tamamındaki birlik arkasında Allahın her bir eserindeki birlik tecellisiniiyice düşünüp bir işin hakikatını tetkik edip, “İyyakenabüdü ve iyya kenestain” (Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.) demeye yerküre büyüklüğünde bir kalbin olması lâzım geliyor.Bu sırra dayanarak , görünen her sûrette Allah’ın herbir varlık üzerinde birliğini gösteren damgasını (sikke-i ehadiyet) gösterdiği gibi, herbircanlı türünde Allah’ın sikke-i ehadiyetini göstermek ve Tek olan herbir varlıkta birliği tecelli eden Zâtı, Allahı. (Zât-ı Ehadi) iyice düşündürmek için, Allah’ın bütün varlıklar üzerinde rahmet ve merhametini gösteren mührü (Hâtem-i Rahmâniyet) içinde bir sikke-i ehadiyet gösteriyor. Tâ, külfetsiz, herkes her mertebede “ iyyakenabüdüveiyyakenestain” deyip, doğrudan doğruya bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah’ın bizzat kendisine (Zât-ı Akdese)hitâb ederek Allaha yönelmiş olsun.
Hem, sikke-i ehadiyete nazarları çevirmek ve kalblerikendine çekmek için, o sikke-i ehadiyet üstünde gayet câzibedar bir nakış ve gayet parlak bir nur ve gayet şirin bir tatlılık ve gayet sevimli bir güzel yüz ve gayet kuvvetli bir hakikat olan Rahmet damgasını ve Rahîmiyet hâtemini(Allah’ın her bir varlığa şefkatini gösteren mühür) koymuştur. Evet, o rahmetin kuvvetidir ki, bilinç sahibininbakışlarını kendine çeker ve Allahın her bir varlık üzerinde birliğini gösteren damgasını ulaştırır.
(30. Rum suresi 22. ayet) “Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu O’nun ayetlerindendir. Bunda bilenler için ayetler vardır.”Bu bakış açısından Seyyid Nesimi’nin aşağıdaki dizelerine bir bakalım:
- Bende sığar iki cihân ben bu cihânasığmazam
Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam
1.(İki cihan (dünya ve ahiret) benim içime sığar, ancak ben bu dünyaya
sığmam. Mekansızlık cevheri bende, ben bu aleme sığmam.)
- Kevn ü mekândır âyetimzâta gider bidâyetim
Sen bu nişân ile beni bil ki nişâne sığmazam
- (Bütün varlıklar ve mekan benim delilimdir. Başlangıcım varlık sahibi
olan Zat’la başlar. Sen beni bu işaretle tanı, ama bil ki ben bu
işarete de sığmam.)
- Kimse gümân ü zann ile olmadı Hakk ile biliş
Hakkı bilen bilir ki ben zann ü gümâna sığmazam
- (Hiç kimse zanla, kuşkuyla Hakk’ı bilenlerden olmadı.
Hakk’ı bilen bilir ki, ben zanna ve kuşkuya da sığmam.)
- Sûrete bak vüma’nîyisûret içinde tanı kim
Cism ile cân benim velîcism ile câna sığmazam
- (Dış görünüşe bakıp bu dış görünüş içinde gerçek manayı, iç görünüşü tanı.
Çünkü beden de, ruh da benim. Ancak ben ruha da, bedene de sığmam.)
- Hem sadefim hem inciyim haşr ü sırât
Bunca kumâş ü raht ile ben bu dükâna sığmazam
- (Hem inci kabuğu, hem de inciyim, yani hem dış hem iç. Mahşer meydanı
ve Sırat. Bunca kumaş ve binek takımıyla ben bu dükkâna sığmam.)
- Genc-i nihân benim ben uşayn-ı ayân benim ben uş
Gevher-i kân benim ben uşbahr ile kânasığmazam
- (İşte gizli hazine benim. Görünenin aynısı işte benim. Bu hazine kaynağının
incisi de işte benim. Ancak ben ne denize, ne de kaynağa sığmam.)
- Arş ile ferş ü kâf ü nûn bende bulundu cümle çün
Kes sözünü uzatma kim şerh u beyânasığmazam
- (Yeryüzü ile gökyüzü ve “kâf” ile “nun” gibi bütün herşey bende bulunduğu
için, ey bana akıl vermeye kalkışan kişi sesini kes. Çünkü ben, sözlere
ve açıklamalara sığmam.)
- Gerçi muhît-i a’zâmım adım âdem durur âdemim
Dâr ile künfekân benim ben mu mekâna sığmazam
- (Gerçi her tarafı kaplayan ulu varlık benim, adım insan olduğu için, insanım.
Mâlik olan da, “ol” denilince olan da benim, ben bu mekana da sığmam.)
- Cân ile hem cihân benim dehr ile hem zamân benim
Gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamânasığmazam
- (Ruhla aynı cihanı paylaşan, âlemle aynı zamanı yaşayan benim. Ancak şu
hoşluğa bak ki, ben ne bu âleme, ne de bu zamana sığarım.)
- Encüm ile felek benim vahy ile melek benim
Çek dilini vü epsem ol ben bu lisâna sığmazam
- (Yıldızlarla felek benim. Vahiy de, melek de benim. Dilini tut ve konuşma,
çünkü ben bu dile de sığmam.)
- Zerre benim güneş benim çâr ile penc ü şeş benim
Sûreti gör beyân ile çünkü beyâna sığmazam
- (En küçük varlık da, güneş de benim. Dört (dört unsur: toprak, su, rüzgâr,
ateş), beş (beş duyu) ile altı (altı yön: sağ, sol, ön, arka, üst, alt) da
benim. Sözle anlatılan görünüşü gör, ancak ben anlatılana da sığmam.)
- Zât ileyim sıfât ile Kadr ileyim Berât ile
Gül-şekerim nebât ile piste-dehâna sığmazam
- (Sıfatımdan dolayı Zât ile birlikteyim, Berat’ım, imtiyazım nedeniyle
Kadr içindeyim, itibardayım. Şeker kamışı sayesinde gül tatlısıyım.
Kapalı ağızlara sığmam.)
- Şehd ile hem şeker hem şems benim kamer benim
Rûh-ı revân bağışlarım rûh-ı revâna sığmazam
- (Bal ile şeker benim Güneş benim, Ay benim. Herkese akıcı bir ruh
bağışlarım, ancak kendim bu akıcı ruha sığmam.)
- Tîr benim kemân benim pîr benim civân benim
Devlet-i câvidan benim înevü âna sığmazam
- (Ok benim, yay benim, yaşlı benim, genç benim, sonsuz devlet benim,
mekana ve zamana sığmam.)
- Yer ü gökü düzen benim geri dönüp bozan benim
Cümle yazı yazan benim ben bu dîvâna sığmazam
- (Yerle göğü düzenleyen benim, sonra dönüp bozan benim bütün yazıları
yazan benim, ben bu divâna sığmam.)
- Nâra yanan şecer benim çarha çıkar hacer benim
Gör bu odun zebânesin ben bu zebâne sığmazam
- (Ateşten yanan ağaç benim, göğe çıkan taş benim. Bu ateşin alevini gör.
Ben bu lügate sığmam.)
17.Gerçi bugün Nesîmîyim,Hâşîmîyim,Kureyşîyim
Bundan uludur âyetim âyet ü şâna sığmazam
- (Gerçi bugün Nesimîyim, Hâşîmîyim, Kureyşîyim ama menzilim bundan
büyüktür, ben menzile ve şâna sığmam.)
NUTK-İ ŞERÎF
“Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi murad ettim. Bilineyim diye mahlûkatı yarattım.”Kutsi Hadisi Şerif’te geçmektedir. Buna göre Hak’tan başka hiçbir şeyin bulunmadığı zamanda Hak bilinmeyi istemiş, böylece ilk olarak sevgiyle tecelli etmiştir. Bu sevginin amacı ise bilinmektir (mârifet). Âlemi yaratınca artık O mâruf (bilinen ve tanınan) olmuştur. Fakat bu bilinme sıfat ve isimlerinin zuhur etmesi şeklindedir ve O sadece bu yönden bilinir hale gelmiş, mutlak gayb olan hüviyeti ve zâtı itibariyle yine gizli bir hazine olarak kalmıştır. Nesimi aramaya başladığı şeyin önce bilinmediğini, kendisi için yitik olduğunu sonra onu aradığını vurgular. Aranan sevgiyle tecelli eden yâr, arayan ise kendisidir. Aracı hacet etmez. Onu arayacağı en güzel yer, içindeki bağda bulunan gülistandır, orada kendisi için gül toplamaktadır.
Ben yitirdim ben ararım
Yâr benimdir kime ne
Gâh giderim öz bağıma
Gül dererim kime ne
Medrese : İbâdethâne
Ders : İbâdet
Meyhâne : Tekke, halvethâne, zikir meclisi
Mey : İlâhî aşk
Gâh giderim medreseye
Ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye
Dem çekerim kime ne
Sofular haram demişler
Bu aşkın şarabına
Ben doldurur ben içerim
Günah benim kime ne
Melamet kelimesi; kınanmayı amaç edinen, insanların kınamasına hedef olmak için kasıtlı tavırlar geliştiren sufilerin yolunu işaret eden bir kelimedir. Melamiğe göre genelin dini bir konuda ayrıntıda bildiği yanlış da olsa, bu yanlıştır demek esasta imanını zedeler. Tasavvufta insan Melamet hırkasını ancak kendi iradesi ve arzusuyla giyebilir. Bugüne kadar nefsinin meşru arzularına başkalarının dayatmalarıyla son verebilmiş insan yoktur. Ta ki içte tutuşan bir aşk ateşiyle ihtiraslarını terk edebilsin, hırslarını dizginlesin.
Melamet hırkasını bir kere eğnine (omuzuna) giydikten sonra da insanın dünya algısı yok olur, Hakk’ın gayri kabul edilen varlıklara yani mâsivâya ilgileri kopar ve varlığı elinin tersiyle iter. Öyle ki hakkımda nasıl düşünülecek, bu ayıp sayılacak, şu bana şan kazandıracak vs. endişeler birden yok olur. Bu mahviyetkârlık ile de sufi, mecazen ar ve namus şişesini taşa çalıverir. Hatta bu terk ediş birilerinin hoşuna gitmeyip hakkında kötü sözler söyleseler ve namusuna dil uzatsalar bile. Değil mi ki Sevgili gerçeği zaten biliyor ve görüyor, artık halkın söylediğinin veya ayıplamasının pek önemi yok; bilakis o yolda derece elde etmeye bir vasıta olduğu için de önemlidir. Herkesin kınadığı, kovduğu, ayıpladığı, azarladığı bir kişi elbette en zalim kullarını bile kapısından asla kovmayan yüce Yaratıcı’ya daha fazla yaklaşacaktır.
Ben melâmet hırkasını
Kendim giydim eynime
Ar ü namus şişesini
Taşa çaldım kime ne
Hz.Peygamberinyaptırdığı ilk mescid 30 x 35metrelik bir alan taş
temel üzerine tek sıra kerpiçten, bir adam boyu kadar yükseklikteki duvar ile
çevrilerek üzeri açık bir şekilde yapılmıştır. Mescid-i Nebevidir bu yapı ve mihrab yoktur. Hz. Peygamber’in vefatından 80 yıl sonra Abbasî halifelerinden Mehdi Billah dönemindeki genişletme çalışmalarında süslemelere ayrı bir önem verilmiş, eklenen mihrap duvarının alt kısmı tamamen mermer kaplanıp üst tarafı da altınlı mozaiklerle süslenmiştir. Mescidlerin süslenmesi hususu eskiden beri tartışma konusu olmuş, israfa kaçan ve namazda insanların dikkatini dağıtan süslemeler hoş görülmese de Emevîlerle başlayıp Abbasîlerle devam eden bu süsleme çalışmalarına ulemanın fitne çıkartmamak için itiraz etmedikleri düşünülmektedir. Ama Nesimi buna dayanamaz.
Yar eşiğine secde etmek : Sâdece namazda değil dâimâ yâr ile berâber olduğunu bilmek.
Yâr : Allah
Sofular secde ederler
Mescidin mihrabına
Yâr eşiği secdegâhım
Yüz sürerim kime ne
Gâh Göğe Çıkmak Gâh Yere İnmek : Cenâb-ı Hakk’a tam bir teslîmiyyetle teslîm olup Hakk’ın zuhûrâtına tâbi’ olmak, rızâya ermek. İrâdesini Hakk’în irâdesinde eritmek…
.(KAF SURESİ)
- Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl donattık! Onda hiçbir düzensizlik ve eksiklik yoktur.
- Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.
Gâh çıkarım gökyüzüne
Hükmederim kaf’tankaf’a
Gâh inerim yeryüzüne
Yâr severim kime ne
Cebrail’in Güzel Görünümü Sebebiyle Yeryüzüne Onun Suretiyle İndiği Sahabe Efendilerimizden Dıhyet’ül-Kelbi’in mezarı Şam’dadır.(” …Bir gün yine Mescidi Nebevi’nin avlusunda Dıhyet’ül Kelbi suretinde görülen Cebrail (a.s) Peygamber Efendimiz’le görüşürken, Efendimizin çocuk yaşta olan torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin koşarak geliyor. Cebrail (as)’ın üzerine tırmanmaya çalışıyorlar. Hatta ellerini onun cebinden içeriye sokmaya çalışıyorlar. Efendimiz, bu büyük meleğin rahatsız olacağını düşünerek, “Ya Cebrail onlar seni Dıhye sanıyorlar. O her uzaktan gelişinde onlara hediyeler getirir.” deyince Cebrail (a.s) elini havaya kaldırarak cennet meyveleri koparır ve onlara ikram eder.” Hz. Ali’ye çok yakındır Kelbi. Burada anlatılan Kelbin rakipleri güzel sevmek günah diyorlar.
Kelp rakip böyle diyormuş
Güzel sevmek pek günah
Ben severim sevdiğimi
Günah benim kime ne
Nesimi’ye “Allaha İmanın sarih olduğundan emin misin?” diye sorarlar.
Cevap verir. Âşık ile Allah arasındaki sırrı kimse bilemez…
Nesimî’ye sordular ki
Yârin ile hoş musun
Hoş olayım olmayayım
O yâr benim kime ne.
YORUMLAR