ANKARA (AA) – Enerji sektöründe son yıllarda elektrikli araç, batarya ve temiz enerji teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, bu alanlarda ihtiyaç duyulan kıymetli madenlere olan talebi artırıyor. Yeni dönemde büyüyen bu ihtiyacı karşılamak isteyen şirketler derin deniz madenciliğine yöneliyor.
Sektörde kullanılan birçok ürününün ham maddesi, 200 metrenin altındaki okyanus tabanında gerçekleştirilen madencilik faaliyetleriyle elde ediliyor. Bakır, nikel, manganez, çinko, lityum ve kobalt gibi mineraller okyanuslardan çıkarılarak işleniyor.
Dünya Bankası verilerine göre, temiz enerji teknolojilerine olan talebi karşılamak için 2050’ye kadar maden üretiminin yaklaşık yüzde 500 artacağı tahmin ediliyor.
ISA, 31 madencilik şirketine ruhsat verdi
Uluslararası deniz tabanında yapılan faaliyetlerin tamamı Uluslararası Deniz Yatağı Otoritesi (International Seabed Authority-ISA) tarafından düzenleniyor.
Avrupa Birliği üyeleri dahil 169 ülkenin taraf olduğu 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi kapsamında kurulan ISA, uluslararası deniz kaynaklarını sürdürülebilir bir şekilde yöneterek, bu kaynaklardan tüm insanlığın faydalanmasını amaçlıyor. Kurum, derin deniz madenciliğinin oluşturabileceği potansiyel zararlı etkilerden kaçınmak ve deniz ortamını korumak amacıyla düzenlemeler yapıyor.
ISA, bu kapsamda 1,5 milyon kilometrekareden fazla uluslararası deniz yatağının araştırılması için 31 şirketle sözleşme imzaladı. Söz konusu şirketlerin Atlantik, Pasifik ve Hint Okyanusu açıklarında madencilik yapma ruhsatı bulunuyor.
İlk üretim Clarion Clipperton Bölgesi’nde olabilir
Norveç Deniz Mineralleri Forumu Genel Sekreteri Egil Tjaland, AA muhabirine yaptığı açıklamada, okyanus tabanında yer alan ve batarya için gerekli metallerin külçesi olarak ifade edilen “polimetalik nodül”ün derin deniz madenciliği için çok önemli olduğunu belirterek, “Bu nodüllerin içerisinde kobalt, nikel, bakır, manganez ve diğer metaller var. Okyanus tabanında 500 milyon tona yakın miktarda polimetalik nodül bulunuyor. ” dedi.
Nodül oluşumunun çok uzun zaman aldığına dikkati çeken Tjaland, “Bir milyon yılda bir santimetrelik bir büyüme oluyor bu çok yavaş bir süreç.” diye konuştu.
Tjaland, elektrik araç üretiminde kullanılan ham metal rezervlerinin çoğunun Pasifik Okyanusu’nda Havai ve Meksika arasındaki Clarion Clipperton Bölgesi’nde (CCZ) olduğunu dile getirerek, “CCZ ilk büyük ölçekli derin deniz madenciliği projesi olması en muhtemel alan. Eğer derin deniz madenciliği ya da derin deniz minerallerinin üretimine izin verilirse, büyük olasılıkla ilk üretimin yapılacağı alan bahsettiğimiz bu bölge olacaktır.” ifadelerini kullandı.
Derin deniz madenciliğinin ticarileştirilmesine ilişkin faaliyetlerin devam ettiğini belirten Tjaland, şunları kaydetti:
“En erken 2025 sonbaharında, derin deniz madenciliğinde ticari faaliyetlere başlanabileceğini düşünüyorum. Polimetalik nodüllerin üretimi nispeten daha kolay, deniz tabanından rahatlıkla çıkarılabilir. Bu nodüller gevşektir, okyanus tabanında yatarlar, sıkışık formda değiller. Denizin dibine kadar uzun bir mesafe var. Bu yüzden bu polimetalik nodülleri ekosistem ve çevreye zarar vermeden 4 ila 6 bin metre yukarı çıkarmanın yolu bulunabilir. Bunu yapmak elbette mümkün ancak ticari hale getirmek için iyi bir teknik bulmak gerekiyor.”
Enerjinin geleceği okyanuslarda görünüyor
Bolu Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nde kurulu İklim Değişikliği ve Enerji Çalışmaları Merkezi Başkanı İlhan Sağsen de yenilenebilir enerji ve iklim değişikliğine yönelik hedeflerin, deniz dibinde bulunan bakır, nikel, alüminyum, manganez, çinko, lityum ve kobalt gibi madenlere ilgiyi artırdığını söyledi.
Enerjinin geleceğinin okyanuslarda olduğunu ifade eden Sağsen, “Çünkü karadaki enerji kaynakları ve madenlerin önemli bir kısmını tükettik. Devletler de okyanus veya denizlere yönelmeye başladı. Denizlerdeki kaynakların, karalardaki enerji kaynaklarından çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz.” dedi.
Sağsen, enerji güvenliğini sağlamak, yenilenebilir enerjiyi yaygınlaştırmak ve iklim değişikliğiyle mücadele edebilmek için derin denizlerdeki bu minerallere ihtiyaç olduğunu dile getirerek, “Verilere dayalı bir projeksiyonda bulunursak, elektrikli araç ve pillerin kullanımındaki artış, 2040’a kadar 40 kata kadar daha fazla lityuma, 20-25 kata kadar daha fazla grafite, kobalta ve nikele ve şu anda tükettiğimizden 2 kat daha fazla bakıra ihtiyacımız olabileceği anlamına geliyor.” diye konuştu.
Muhabir: Gökçe Topbaş